Köşe Yazımızın ilkyazısın da küçük
ama çok önemli olduğunu düşündüğüm bazı hatırlatmalarla başlayalım dedik
nerelerden nerelere geldiğimizin farkında mıyız acaba diye
Siz 1960 – 70’li yılları nasıl
hatırlıyor musunuz? 1961 Anayasası’nın yarattığı ortam sayesinde son derece
özgürlükçüydü. 1960’lı yılların sonundan itibaren dünyayı saran gençlik
akımları etkisini göstermeye başlamış ve tüm dünya politik, sanatsal ve
kültürel olarak yaratıcı bir döneme girmişti. Türkiye dünyadaki bu gelişmeler
olurken ne yapıyordu bu sosyolojik, politik ve kültürel değişimlerin olduğu
dönemlerde nerde ve nasıl yerini alacaktı.
Toplumsal yapımıza şöyle bir bakmak
gerekirse.
“mahalle kültürü” insanların kendilerine benzeyenlerle bir
arada durmayı, dayanışmayı, birlikte direnmeyi zorlukların üstesinden birlikte
gelmeyi nerede haksızlık varsa birlikte itiraz etmeyi öğretti. Evlerde yapılan
yemekler kaynayan tencereler, içilen çaylar komşularla birlikte oturulan büyük
sofralar bize paylaşmayı, eksikliği
tamamlamayı öğretti, azın çok olanın cömertliğiyle çoğaltıldığı,
çocukların ve kadınların korunarak büyütüldüğü yıllardı…
yoksulluğun geriletilmeye, refahın ve politik bilincin
arttırılmaya çalışılan bu yıllarda hayatımızı
zorlaştıran ayrı mahalleler, ayrı sokaklar yaratıldı.
Bazılarımız okumuş veya okuyan ağzı iyi laf yapan, o güne dek
duyulmamış kavramlardan, eşitlikten, adaletten, devrimden, sosyalizmden söz
eden çocukların etrafında kümelendi.
Bazılarımızda muhafazakâr, mütedeyyin, namazında niyazında
değerlerine sıkı sıkıya bağlı, İslam’ın
adaletinden, vicdanından söz eden “temiz yüzlü” çocukların etrafında…
Bazılarımızda devlet için ölmeye ve öldürmeye hazır
çocukların…
kaosun acı yüzüyle de karşılaşmaya
hazırdık.
Mahallemiz, Sokaklarımız, tekinsiz
yerler halini almaya başlamıştı.
Mahallemizdeki
bu temiz yüzlü çocuklar yoksullukla mücadeleyi bırakıp kendi hayalleri için
birbirlerine yaşam hakkı tanımamaya başladılar.
Mahallemize kan girmişti artık. İnsanlar yan mahalledeki aynı
yoksulluğu, paylaştığı insanlardan korkmaya başladılar. Bu korku daha sıkı
birlikteliği getirdi bu birliktelik nefretimiz arttırdı birlikte yaşamı
paylaşmayı yoksulluğu azaltmayı unutturdu bize.
darbe öncesi dönem olarak
adlandırılan bu dönemden sonra
Birilerinin dediği gibi uygun zaman
ve zemin hazırlanmıştı toplum bölünmüştü ve bir kurtarıcı bekleniyordu 12 Eylül…
Mahallemizin üzerine çöken bu kara bulutlar, itirazları olan
bu çocukları bir gecede derdest etti. Kimilerini idam etti kimilerine işkence
yaptı. Kimilerine bir daha güneş yüzü göstermedi.
Mahallemiz sindirilmişti artık konuşmak tartışmak hatta
düşünmek bile yasaktı.
Yoksunluk aşılabilmiş di ama yoksulluk neden aşılamamıştı?
Çünkü yoksulluk ancak dayanışma ve birleşmeyle aşılabilir görünüyordu… devleti
yönetenler ise tam tersini yoksulluğun bireyselleşmeyle aşılacağına inanıyor ve
buna göre hareket ediyordu. Bu kararların ardından insanlar içlerine kapandı ve
tekilleşmeye başladı. Evlerinin kaplarını pencerelerini dışarıya komşularına
kapattılar artık tek ve en önemli olan bireysellikti.
Para kazanmak için her şeyi kendinde hak gören her yolun mübah
sayıldığı bir toplum olma yoluna girmiştik artık. 1970’lerin ayıpları, 80’lerin
yükselen değeri haline geldi…
Erdemli kalmak, namuslu, ahlaklı bir hayat kurmaya çalışmak
80’lerden itibaren “enayilik” oldu…
Haftaya kaldığımız yerden hatırlatmaya devam edeceğiz
www.Esyayhaber.com
YORUMLAR