08 OCAK 2023 ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU
08 OCAK 2023 1 TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ 08 OCAK 2023 SICAK GÜNDEM1. Türkiye, ‘Devlet-Mafya-Siyaset’ üçgeninin açığa çıkmasını beraberinde getiren ‘Susurluk Olayı’ benzeri yeni bir tablo ile karşı karşıya!2. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nobel ödülüne aday gösterilip propagandaya başlanması, iktidarın seçim için malzeme bulmakta tıkandığını gösteriyor! İÇ POLİTİKA3. Ticaret Bakanı, zincir marketlerin CEO’larını makamına toplayıp zam yapmamaları için uyardı. Zincir marketler, fiyat indirimi ya da fiyatları sabitleme kararlarını açıkladı!4. İktidar, seçimi kendisi için en avantajlı bir takvimde yapmayı hedefliyor! EKONOMİ5. Maaş zamlarında esas alınan 2022 yıllık enflasyon rakamları bir kez daha TÜİK verilerinin güvenilmezliğini açığa çıkarttı. Kamuoyu araştırmaları AKP-MHP’liler de dahil halkın yüzde 76’sının TÜİK verilerine inanmadığını gösteriyor!6. Bankalardaki döviz ve Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesapları, hızla çözülüyor. İktidarın ekonomide yarattığı güven erozyonu nedeniyle ‘yastık altına’ kayıyor!7. Almanya’da, 1 Ocak’ta yürürlüğe giren Tedarik Zinciri Yasası, giderek yavaşlayan ihracatı daha da zorlaştıracak. İktidar ihracatla övünürken, 364 milyar dolara ulaşan ithalat ile 100 yılın rekoru kırıldı! TARIM8. İktidar, seçim yaklaşırken çiftçiyi-üreticiyi hatırladı! Gübre ve yemde indirim için Tarım Kredi Kooperatiflerini, yeniden borçlandırmak için de Ziraat Bankası’nı devreye soktu. Çiftçi ve üretici; seçime endeksli göstermelik indirim ve kredi kampanyalarını biliyor, görüyor! DIŞ POLİTİKA9. Rusya organizasyonuyla kurulan Üçlü Suriye Masası’nda sürecin hızlandırılacağı, seçime kadar Esad-Erdoğan buluşması için her türlü girişimin yapılacağı anlaşılıyor.10. Rusya-Ukrayna savaşında Ortodoksların Noel’i nedeniyle Rusya Devlet Başkanı Putin’in 6-7 Ocak’ta ilan ettiği ateşkes, Ukrayna tarafından reddedildi. ABD ve Almanya, Ukrayna’ya; 3 milyar 750 milyon dolarlık, yeni bir askeri yardım paketini devreye koydu! 08 OCAK 2023 2 1. Türkiye, Devlet-Mafya-Siyaset üçgeninin açığa çıkmasını beraberinde getiren ‘Susurluk Olayı’ benzeri yeni bir tablo ile karşı karşıya. Bir ayağı suç çetelerine, uyuşturucu ve cinayet şebekelerine uzanan, diğer ayağı iktidar ittifakına ulaşan ve bir ayağı da siyaset ve güvenlik güçlerine, yargıya bulaşan bu süreçte iktidarın suskunluğu, çürümenin ve devletteki tahribatın vahim boyutlarını sergiliyor! 30 Aralık’ta başkentin en merkezi bölgelerinden birisinde gerçekleştirilen bir siyasi suikast sonrasında yaşananlar ve faillere, faillerin bağlantılarına uzanan gelişmeler, 27 yıl önce 3 Kasım 1996’da yaşanan Susurluk Olayına benzer bir tabloyu çağrıştırıyor. O dönemde yaşanan bir trafik kazasında aynı araçta bulunan emniyet-siyaset-mafya mensuplarının toplumda yarattığı şok dalgası, kirli ilişki ağının, çıkar şebekelerinin, siyasetin ve emniyetin içine, dönemin iktidarının tepe noktalarına nüfuz etmiş karanlık yapıların, suikast ve cinayet organizasyonlarının açığa çıkmasına yol açmıştı. ✓ Şimdi de benzer bir tablo ile karşı karşıyayız. Siyasi kimliği ve toplumsal karşılığı olan, aynı zamanda genç bir akademisyene yönelik silahlı suikastın ardından ortaya çıkan bağlantılar ve ilişkiler ağı, İstanbul’dan Ankara’ya, organize suç örgütlerinden, para karşılığı cinayet şebekelerine, uyuşturucu tacirlerine, emniyet teşkilatına ve nihayet siyasi iktidar bağlantılarına uzanan bir yapılanmanın varlığını tüm topluma gösterdi. Suikasta kurban giden kişinin siyasi kimlikli, etkin ve saygın bir kişi olması yanında bu eylemi planlayan, talimatını veren, gerçekleştiren ve failleri koruyan bir yapının suikastın arkasında yer aldığının ortaya çıkması, yaşananları basit bir cinayet veya siyasi hesaplaşma olmasının çok ötesine taşımaktadır. Faillerin takibi ve yakalanması sürecinde güvenlik güçleri ve savcılar üzerinde siyasi baskı ve güç kullanıldığının anlaşılması, bazı faillerin gözaltı sonrası ifadeleri bile alınmaksızın salıverilmesi, daha önceki pek çok olayda olduğu gibi İçişleri ve Adalet Bakanlığının, iktidar ittifakının sessizliğe bürünmesi oldukça manidar. Bu konudaki açıklama ve eleştirilere sadece tehdit ve hakaretlerle karşılık verilerek, olanların özüne hiç değinilmemesi, başkentin ortasında güpegündüz gerçekleşen bir siyasi suikast için kınamada da bulunulmaması çok dikkat çekici. Daha önce Çubuk’ta şehit cenazesinde CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimini kınamak, tepki vermek yerine adeta saldırganları öven, muhalif gazetecilere, yazarlara yapılan silahlı-sopalı saldırılara destek ve teşvik beyanatlarında bulunan iktidar ittifakı ve sözcülerinin şimdi bu siyasi suikastla ilgili tüm yaşananları sessizlikle geçiştirme gayretleri kamuoyunun ve toplumun gözünden kaçmıyor. Seçimler yaklaşırken, demokratik sürece, demokrasiye, serbest ve özgürce siyasi faaliyete de tehdit ve gözdağı niteliğindeki bu saldırılar, kimseyi yıldıramayacaktır. Böylesi girişimlerden medet umanlar, karanlık hesaplar ve planlar yapanlar hiçbir zaman amaçlarına ve hedeflerine ulaşamayacaktır. 3 2. TBMM Başkanının, daha önce ‘Nobel ödülü parayla veriliyor, verseler de almam’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi, tarihi ve derin bir siyasi çelişki. TBMM Başkanının ardından Pakistan Parlamentosundan adaylık desteği geldi. İktidar medyası başta olmak üzere Erdoğan’ın Nobel ödülünü hak ettiği yönünde propagandaya başlanması, seçim için malzeme bulmakta tıkandıklarını gösteriyor! TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi için Nobel Ödül Komitesi’ne başvuruda bulunduğunu ifade etti. Meclis Başkanı ödül başvurusunun gerekçesini; “2022 yılı için en önemli konu Rusya-Ukrayna savaşının durdurulması ve etkilerinin azaltılması yönündeki gayretlerdir. Bunu yapan tek ülke var; o da Türkiye ve Cumhurbaşkanımız. Tarafsız ve ön yargısız bir değerlendirme yapılması gerektiğinde bu hakkın teslim edilmesi gerektiğine inanıyorum.” sözleriyle ifade etti. Ayrıca CB Erdoğan’ın ödüle adaylığı için başka ülke parlamentolarından, milletvekillerinden destek beklediklerini dile getirdi. Bu açıklama sonrası Pakistan Parlamentosu Şahbaz Şerif hükümetinin önerisiyle CB Erdoğan’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi. Anlaşılan Pakistan hükümetinden destek için ricacı olundu. Yakında rica edilirse Katar Emiri, BAE Şeyhi, Suudi veliaht Prensi de ödüle adaylık desteği için Nobel Komitesi’ne başvurabilirler. Bugüne kadar ‘Dünya Lideri’ denilerek kamuoyunda parlatılmaya çalışılan CB Erdoğan’ın bu iddiası uluslararası alanda pek kabul görmedi. ✓ Kaldı ki, CB Erdoğan daha önce çeşitli vesilelerle katıldığı toplantılarda sipariş üzerine Nobel ödülü verildiğini ifade etmiş, Nobel Komitesi’ni eleştirmişti. Son olarak Bilkent Üniversitesi’nde katıldığı konferansta Nobel ödülünün artık bir itibarının kalmadığını, siyasi tercihlerle verildiğini belirterek ‘Benim için Nobel'in hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bana verseler de almam’ dedi. Şimdi ‘Rusya-Ukrayna savaşındaki tavrıyla 3. Dünya Savaşını Önlediği’ gerekçesiyle Nobel Barış Ödülü adayı! Kendi ülkesinde toplumun geniş kesimleriyle kavgalı, kendi insanlarıyla, kendisi gibi düşünmeyenlerle barışık olamayan, cezaevlerini muhalifleriyle dolduran, önüne geleni hainterörist ilan eden, kendisi herkese sürtük-çürük diyerek hakaret ederken, binlerce vatandaşa hakaret davaları açan birisinin dünyada Nobel Barış Ödülü’ne aday olması, derin bir tarihi ve siyasi çelişki. Anlaşılan yaklaşan seçimlerde sosyal, ekonomik çözümler, vaatler açısından söyleyecek bir sözleri, dile getirebilecekleri bir vaatleri kalmamış olmalı ki, kampanya malzemesi bulmakta tıkanmış durumdalar. Meydanlarda ‘Nobel Barış Ödülü’ne aday Dünya Lideri’ söylemine sarılacaklar. Birkaç yıl öncesine kadar parayla, siparişle, siyasi tercihlerle verildiğini söyledikleri, ‘verseler de almam’ dedikleri, artık dünyada muteber olmadığını öne sürdükleri Nobel ödülüne talip olma noktasına gelmesi, bunun için de AK Partili TBMM Başkanınca adaylık önerisini Nobel Komitesi’ne ilettirmesi ve bazı ülkelerden destek için ricacı olunması, Nobel’den ‘medet ummanın’ siyasi çaresizliğinin göstergesidir! 4 3. Ticaret Bakanı, zincir marketlerin CEO’larını makamına toplayıp birlikte poz verdiği paylaşımında market zincirlerini zam yapmamaları için uyardığını belirtti. Bu toplantı ardından zincir marketler peş peşe fiyat indirimi ya da fiyatları sabitleme kararlarını açıkladılar. Anlaşılan Rekabet Kurulu’nun yaklaşık 3 milyar ceza kestiği zincir marketler, iktidarın baskısı ve talimatıyla seçime kadar zararı kabullenecekler! İktidar bir süredir hedef tahtasına koyduğu zincir marketleri sonunda kendi istediği noktaya getirdi. Ticaret Bakanı Mehmet Muş’un 4 zincir market CEO’suyla makamında verdiği pozu sosyal medya hesabından paylaşarak, CEO’ları fiyat etiketleri ve zam yapmamaları konusunda uyardığını vurgulaması, CEO’lara talimat verildiğini, baskı uygulandığını, muhtemelen milyarlık yeni para cezalarıyla tehdit edilerek seçime kadar zararı sineye çekmelerinin istendiğini gösteriyor. Nitekim bu fotoğrafın paylaşılmasından sonra zincir marketlerden peş peşe yapılan açıklamalarda bazısı 500, bazısı 1000 ve birisi de 2023 ürünün fiyatında indirim ya da fiyat sabitlemesine gidildiği duyuruldu. Ağırlıkla ocak ayı sonuna kadar yapılan fiyat sabitlemeleri, büyük ihtimalle seçime kadar sürdürülecek ya da çok düşük zamlarla yetinilecek. Ayrıca marketlerde kullanılan plastik poşet fiyatı 25 kuruştan 38,5 kuruşa çıkarıldı. Marketler adet başına devlete ödeyeceği 13,5 kuruşluk farkı vatandaşa yansıtmayacak. Daha önce zincir marketlere aralarında anlaşarak fiyat belirledikleri, rekabet yasasını ihlal ettikleri gerekçesiyle yaklaşık 3 milyar TL para cezası kesen Rekabet Kurulu, şimdi açıktan ilan edilen bu anlaşmalı fiyat indirimi ve fiyat sabitleme kararlarının da yasaya aykırı ve açık ihlal olduğunu biliyor. Ancak bu konuda inceleme ya da soruşturma başlatması söz konusu değil. ✓ Bir anlamda siyasi tehditle market zincirlerine aldırılan bu indirim-sabit fiyat kararının ortaya çıkartacağı ciddi zararların ileride seçim kazanılırsa ‘telafi edileceği’ yönünde bir söz iktidar tarafından verilmiş olabilir. CEO’ları makamına çağırarak zam konusunda uyaran ve direktif veren Ticaret Bakanı’nın istenenlerin yapılması durumunda zincirler için nasıl bir telafi mekanizması oluşturulacağı konusunda da vaatte bulunmuş olması kuvvetle muhtemel. Şayet seçim kazanılırsa bu zincirlere kamu bankalarından, telafi finansmanı, yüklü krediler sağlanacağı vaat edilmiş olabilir. Tüm bu olasılıkların dışında kumanda ve tehdit ekonomisi ile zincir marketlere yaptırılan indirim ve fiyat sabitleme uygulaması, tabii ki tüketiciler dar gelirliler açısından olumlu. En azından seçime kadar başta temel gıda maddelerini sabit fiyattan alabilmeleri TÜİK’in yüzde 102,5’a yükselen gıda enflasyonunu da aşağı çekecek. Bu uygulamada kanımca en büyük mağduriyeti küçük esnaf, mahalle bakkalları, manavları, kasapları yaşayacak. Zincir marketlerle sermaye ve rekabet gücü olmayan binlerce bakkal, manav, kasabın ürün fiyatını maliyetin altına indirmesi, düşük fiyattan satarak zararı göze alması ya da kendisine toptancıdan gelen malın fiyatı artsa da 3-4 ay sattığı malın fiyatını sabit tutması olanaksız. Buna bağlı olarak geçen yıl işyeri kapanan 125 bin 892 küçük esnaf işletmelerine binlerce yenisinin eklenmesi kaçınılmaz olacaktır. 5 4. İktidar, seçimi kendisi için en avantajlı bir takvimde yapmayı hedefliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘mevsimsel nedenlerle bir miktar öne çekebiliriz’ sözlerinin yanında iktidar sözcülerinin benzer açıklamaları, 18 Haziran’daki normal yasal takvimin öncesine ilişkin bazı tarihlerden söz etmeleri bunu gösteriyor. İktidar ittifakının seçimleri normal zamanından öncesine çekme ve kendisi için en avantajlı bir takvim oluşturma çabasına giriştiği görülüyor. Nisan ve mayıs ayları için telaffuz edilen farklı tarihler, iktidarın şimdiden Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalacağı doğrultusunda bir zihni ve siyasi kabullenmişlik içinde olduğunu işaret ediyor. ✓ Yeni seçim yasası değişikliklerinin yürürlüğe gireceği 6 Nisan 2023 öncesine alınacak bir seçime olumlu yaklaşacağımızı, bu tarihin sonrasındaki normal takviminden öne alınmış hiçbir seçim girişimine destek vermeyeceğimizi ifade ettik. 2018 seçimleri öncesinde de yine seçim yasası değişikliğine giden, ittifakların zeminini hazırlayan iktidar bu kez ‘seçim barajını yüzde 10’dan 7’ye düşürme’ görüntüsü altında ittifaklarla ilgili yeniden değişikliğe giderek kendisine avantaj sağlayacağını düşündüğü bir düzenlemeyi yasaya koydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘mevsimsel nedenlerle seçimi bir miktar öne çekebiliriz’ sözlerinin herhangi bir inandırıcılığı ve gerçekliği yok. 2019’un 3 Kasım’ında yapılacak Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçiminin öne alınarak 24 Haziran 2018’de yapılması yine kendi teklifleriyle gerçekleşmişti. O dönemde mevsimsel olarak uygun olan haziran ayındaki seçimlerin şimdi ‘mevsimsel uygunsuzluk’ gerekçesiyle bir miktar öne alınabileceğinin dile getirilmesi, bazı iktidar sözcülerinin nisan ya da mayıs ayına ait tarihleri öne sürmesi ve TBMM’den bu yönde bir karar çıkartılamazsa Cumhurbaşkanının fesih yetkisinin kullanılabileceğinin dile getirilmesi farklı stratejilerin ve hazırlıkların ifadesi olarak görülmelidir. Özellikle ekonomik alanda alınan gündelik kararların, zam, maaş artışları, marketlere baskıyla fiyat dondurma, indirim, gerçek enflasyonu ve döviz kurlarını baskılama gibi adımların en fazla 2-3 ay içinde tersine döneceğini kendileri de bildiği için 18 Haziran tarihinin ve yaklaşık 6 aylık sürenin bu kararların yaldızının dökülmesini beraberinde getireceğini görüyorlar. Kendilerince, yarattıkları kısa süreli sanal rahatlık sürecinde bir an evvel seçimi yapıp, avantajlı olacağını düşündükleri bir ortamda sonuç almayı umuyorlar. Marketlerdeki fiyat sabitlemeleri, gübrede fiyatların nisan sonuna kadar sabitlenmesi, yeni konut kampanyasıyla insanların gelirini, ödeme gücünü aşan taksitlerle 100 bin kişiyi ev sahibi yapma vaatlerinin tümü, tablonun daha kötüleşeceği döneme gelmeden, 18 Haziran öncesi bir tarihte bu yalan rüzgârıyla seçime gidip, azami avantajlı sonucu alabilmek. Bu doğrultuda planladıkları bir seçim takvimini TBMM’ye kabul ettiremedikleri takdirde Cumhurbaşkanının ‘meclisi feshetme’ kozunu öne sürerek siyasi şantajla sonuç alma çabasındalar. Bugünden ifade etmek isterim ki; tüm planları, senaryoları, avantaj hesapları sonuçsuz kalacak. Sandık, iktidar için hüsran olacak! 6 5. Maaş zamlarında esas alınan 2022 yıllık enflasyon rakamları bir kez daha TÜİK verilerinin güvenilmezliğini açığa çıkarttı. Kamuoyu araştırmaları AKP-MHP’liler de dahil halkın yüzde 76’sının TÜİK verilerine inanmadığını gösteriyor. Maaş zammının 24 saat arayla önce yüzde 25, sonra yüzde 30 olarak açıklanması, iktidarın da TÜİK’i ciddiye almadığını ortaya koydu. İktidar değişip, hesaplar şeffaflaştığında TÜİK’in YunanistanArjantin yöntemiyle hesap oyunu yaptığı açığa çıkacaktır! Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2022 Tüketici Enflasyonunu (TÜFE) yıllık yüzde 64,27 olarak açıkladı. Üretici E (Yİ-ÜFE) ise yıllık yüzde 97,77 oranında duyuruldu. Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) hesabıyla yüzde 137, İstanbul Ticaret Odası’na (İTO) göre yıllık enflasyon yüzde 92,97! TÜİK verisi ENAG’ın 73, İTO’nun 29 puan gerisinde. Orta Vadeli Program’da (OVP) yüzde 65 olan yılsonu hedefinin altında bir rakamla iktidara ‘Enflasyon hedefimizi tutturduk, altına indik’ deme olanağı yaratılmak istenmiş. Ancak bu rakamların toplumda karşılığının ve inandırıcılığının olmadığı kamuoyu araştırmalarında görülüyor. Yapılan anketlerde TÜİK’in rakamlarına güvenenlerin oranı sadece yüzde 24 olurken, güvenilmez bulanların oranı iktidar ittifakının seçmenleri de dahil yüzde 76! AKP’ye oy verenlerin yüzde 33’ü, MHP’ye oy verenlerin yüzde 36,2’si TÜİK’e inanırken, bu iki partiye oy verenlerden TÜİK’e inanmayanların oranı sırasıyla yüzde 67 ve yüzde 64! Ankete katılanların yüzde 47,5’u gerçek enflasyonun yüzde 170’in üzerinde olduğu görüşünde. Toplumun üçte ikisi resmi enflasyonun gerçek rakamdan en az 100 puan düşük açıklandığına inanıyor. Milyonlarca memur, emekli ve sözleşmeli personelin 2023 ilk 6 aylık dönemi maaş zamlarında esas alınan TÜİK verisine yönelik bu güvensizlik karşısında iktidar bile geri adım atmak zorunda kaldı. Memur-emekli zamlarını yüzde 25 olarak açıklayan CB Erdoğan, yükselen tepkiler üzerine 24 saat geçmeden 5 puan daha artışa giderek zam oranını yüzde 30’a çıkarttı. TÜİK verisi doğru ise ilave 5 puanın gerekçesi ne? İktidar, lütufta mı bulunuyor? Kaldı ki TÜİK’e göre 2022 ikinci 6 aylık dönem enflasyonu yüzde 16. İktidarın yüzde 5 ilaveyle yüzde 30’a çıkarttığı maaş zammında gerçek artış sadece yüzde 14! İki ay önce yüzde 157 olan Yİ-ÜFE’nin bir anda 60 puan düşmesinin izahı gerek. Aylardır TÜFE/Yİ-ÜFE makası olağanüstü düzeyde açılırken, bu farkın henüz perakende fiyatlara, tüketici fiyatlarına yansıtılamadığı görülüyordu. Şu anda fark yılsonu itibarıyla 33,45 puana inmesine rağmen yine yüksek. Buna karşılık şirket ve banka kârlarında artış yüzde 300- 400’lerde. Kâr artışları, resmi enflasyonun 5-6 katı. Kârlar böyle artarken, milyonlarca çalışan ve emekliye yüzde 30 zam verilmesi büyük bir servet transferidir. Büyüme ve milli gelirden ücretlilerin aldığı payın yüzde 36’dan 24’e indiği anımsandığında uçurum, iyice büyüyecektir. Yunanistan 2008 mali krizinde moratoryum ilan ettiğinde, Arjantin iflasını ve borçlarını ödeyemeyeceğini açıkladığında iki ülkede de istatistik kurumlarının hesap oyunlarıyla gerçekleri gizlediği açığa çıkmıştı. İktidar değişip, TÜİK’in hesapları şeffaf şekilde kamuya açıldığında, tüm hesap ve rakam oyunları ortaya dökülecek, milyonlarca kişinin hakkının bu yöntemlerle nasıl ellerinden alındığı, çalınarak birilerine aktarıldığı, devletin nasıl çürütüldüğü açığa çıkacaktır! 7 6. Bankalardaki döviz ve Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarının hızla çözülmesi ve gerilemesi, iktidarın ekonomide yarattığı güven erozyonu nedeniyle varlıkların ‘yastık altına’ kaydığını işaret ediyor. Kasım başından bu yana bankalardaki döviz mevduatı 28 milyar dolar (518 milyar TL) azaldı. KKM’deki bir haftalık düşüş ise 48 milyar TL! Ancak yaklaşık tutarı 550 milyara ulaşan bu döviz ve paralar piyasaya girmiyor! Son dönemde borsaya (BİST) giren yatırımcı sayısının 3,5 milyona ulaşması ve yüzde 70’inin yerli yatırımcı olması yanında, döviz mevduatlarındaki hızlı çözülme ve KKM hesaplarından yüklü çıkışlar yaşanması dikkat çekici. İktidarın uzun süredir kuru baskılaması, KKM faiz indirimleri sonrasında KKM hesaplarının döviz ve faiz getirisi açısından cazibesini yitirmesi çözülmeyi hızlandırdı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) verileriyle 23-30 Aralık arası sadece bir haftada KKM’den çıkış 48 milyar TL oldu. Bunun yanında Merkez Bankası Haftalık Para-Banka İstatistikleri kasım ayı başından itibaren, bankalardaki döviz mevduat hesaplarından (DTH) kesintisiz şekilde her hafta milyarlarca dolarlık çıkış gerçekleştiğini Kasım-Aralık aylarında haftalık 2,5-5 milyar dolar arasında çözülmeyle toplam döviz mevduatı tutarında 27,7 milyar dolar düşüş yaşanarak 30 Aralık itibarıyla döviz mevduatı toplamı 226 milyar 347 milyon dolara indi. 2021 sonunda 264 milyar dolar olan döviz mevduatı bir yılda yaklaşık 38 milyar dolar azalırken, bunun yaklaşık 28 milyar doları geçen yılın son 8 haftasında gerçekleşti. Ancak TL karşılığı 518 milyar olan bu dövizin nereye gittiği, hangi tercihlere aktarıldığını saptamak güç. Tüzel kişi-şirket DTH sahiplerinin döviz kredisi borçlarını kapatmak için hesaplarını bozdurdukları varsayılsa bile 518 milyar lira karşılığı dövizin bozdurularak piyasaya girmesi kurları hızla aşağı çekecektir. ✓ Kurların neredeyse aylardır sabit şekilde yatay seyretmesi böyle bir bozdurma işlemi olmadığını gösteriyor. BDDK verileriyle bankalardaki TL mevduatlarında da ciddi bir artış olmadığı göz önünde tutulduğunda, KKM’den bir haftada çözülen 48 milyar TL ile toplamı 550 milyar liraya ulaşan bu varlıkların büyük ölçüde banka sisteminden çıkarak yastık altına gittiğini ya da yurt dışına transfer edildiğini öngörmekteyim. İktidarın ekonomi politikalarına güvensizlik, giderek artan hukuksuzluk, mafyalaşma, toplum vicdanında kabul görmeyen siyasi yargı kararlarının da katkısıyla artan belirsizlikler karşısında varlık sahiplerinin güvence arayışına girdiklerini söylemek olanaklı. Medyaya yansıyan haberlerde bankalarda kiralık kasa patlaması yaşanması, sistemden çıkan varlıkların kiralık kasalara ya da yastık altına gittiğini düşündürüyor. BDDK’nın bankalardan 50 milyon dolar ve üzerindeki yurt dışı transferlerin bildirilmesini, transfer gerekçesinin tevsik edilmesini (belgelendirilmesini) istemesi, döviz varlıklarının yurt dışına taşınmasının iktidar tarafından önlenmeye çalışıldığını, sermaye kontrolüne geçildiğini gösteriyor. İktidarın her gün değişen kararları, yasalara aykırı icraatları ve artan baskıları karşısında ekonomideki varlık kaçışı ve sermaye kanamasının hızlanarak artacağını öngörmekteyim.8 7. En büyük ihraç pazarlarımızdan Almanya’da, 1 Ocak’ta yürürlüğe giren Tedarik Zinciri Yasasıyla getirilen iş sağlığı, sendikal haklar, insan hakları, çevre koruma, çocuk ve kaçak işçi yasağı, iş güvenliği vb. yaptırım koşulları, giderek yavaşlayan ihracatı daha da zorlaştıracak, açığı iyice büyütecek. İktidar ihracatla övünürken, 364 milyar dolara ulaşan ithalat ile 100 yılın rekoru kırıldı! 2022 yılının 110,2 milyar dolara çıkan dış ticaret açığı, 1996’dan bu yana 27 yılın en yüksek açık tutarı! Yeni Ekonomi Modeli ile şahlanacağı öne sürülen ihracat 254,2 milyar dolar olurken asıl şahlanış ithalatta yaşandı ve 364,4 milyar dolarla 100 yılın en yüksek tutarı gerçekleşti. 2022’de ihracat yüzde 12,9, ithalat yüzde 34,3, dış ticaret açığı yüzde 138 arttı. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 70’e indi. İhracattaki 254,2 milyar dolar, tıpkı ithalat gibi bugüne kadarki en yüksek düzey olmasına karşılık son aylarda ihracat artışı duraklamaya, artış hızı yavaşlamaya başlamıştı. Bu duraklamayı daha belirginleştirecek bir gelişme 1 Ocak 2023’ten itibaren devreye girdi. Türkiye’nin en büyük ihraç pazarlarından Almanya’da 1 Ocak’ta yürürlüğe giren ‘Tedarik Zincirlerinde Durum Tespiti Yasası’ uyarınca Alman şirketlerinin ithalat yaptığı, mal ve ürün tedarik ettiği, yatırım yaptığı ülkelerdeki şirketler insan hakları ihlalleri, çocuk işçi istihdamı, iş sağlığı ve güvenliği, çevre koruma ve çevreye verilen zarar, sendikal haklar ve örgütlenme özgürlüğü, siyasi düşünce, etnik köken ve cinsiyet ayrımcılığı vb. kriterlerden sorumlu olacak. Bu kriterleri karşılamayan şirketlerden mal ve ürün tedarik eden Alman şirketleri en az 8 milyon eurodan başlayan ve yıllık cironun yüzde 2’sine kadar varan yüklü parasal cezalara tabi tutulacak. Almanya’ya ihracat yapan Türk şirketleri, bu kriterleri karşılayamadıkları takdirde Almanya’ya ihracat yapmaları, Alman şirketlerine mal satmaları, kriterlere uymayan Türk şirketlerinden mal tedariki söz konusu olamayacak. Türkiye-Almanya ticaret hacminin yaklaşık 42 milyar euro olduğu göz önünde tutulduğunda, Türk şirketleri yürürlüğe giren kriterleri karşıladıklarını belgeleyemedikleri takdirde, mal ihraç edemeyecekler. Türkiye’de faaliyet gösteren 7800 dolayındaki Alman şirketi ya da Alman sermayeli Türk ortaklıkları açısından kriterler sağlanamazsa yaptırım ve ceza devreye girecek. İş cinayetlerinde Avrupa birincisi olan, iktidarın grevleri yasakladığı, sendikaya üye olanların işten atıldığı, çalışanların haklarının gerilediği, çevreyi-su kaynaklarını-zeytinlikleri tahrip eden yatırımlara izin verildiği, çocukların, Suriyelilerin ve asgari ücretin altında kayıt dışı istihdamın yaygınlığı vb. dikkate alındığında Türkiye ekonomisini ve şirketleri çok zorlu bir süreç bekliyor. Türkiye’den mal tedarik eden Alman şirketleri ihlaller söz konusu olduğunda Alman mahkemelerinde davalara muhatap olacaklar. Tedarikçi şirketlerde çalışan Türkler de Alman mahkemelerine dava açabilecek. Alman ithalatçı şirketler bundan kaçınmak için koşulları sağlayan üçüncü ülkelere yönelecekler. Ağır ekonomik kayıplara yol açabilecek bu tabloya karşı iktidar; ihracatçıların, sanayicilerin hak ihlallerini önleyecek gerekli yasal, hukuki düzenlemeleri süratle hayata geçirmelidir. Ekonomik demokrasinin, sendikal hakların yolunu açmak, kayıt dışı istihdamı önlemek, iş sağlığı ve güvenliğini, kadın istihdamını, çevreyi, toprağı, suyu korumayı gündeme almak zorundadır.9 8. İktidar gübre ve yemde indirim için Tarım Kredi Kooperatiflerini, çiftçiyi yeniden borçlandırmak için de Ziraat Bankası’nı devreye soktu. Bugüne kadar üreticinin gübre, yem, mazot, tohum, vb. girdi maliyetlerindeki olağanüstü artışları görmezden gelen iktidarın seçim yaklaşırken üreticiyi hatırlaması, siyasi ve oy hesabına dayalı bir adımdır! İktidar 20 yıldır unuttuğu çiftçiyi, üreticiyi seçim yaklaşınca hatırladı. Bütçede iktidar müteahhitlerine ödenecek garantilerin yarısından daha az destek ayrılan çiftçi, yüzde 200- 300 artan girdi maliyetleri, gübre, tohum, ilaç, sulama, elektrik, mazot bedelleriyle üretim yapamaz hale geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk’ün kurucusu ve ilk ortağı olduğu, gerçek sahibi yaklaşık 1 milyon çiftçi ortağı olan Tarım Kredi’yi iktidarın siyasi arpalığına dönüştürdü. Etiketlerin düşürülmesi kampanyasında Tarım Kredi Marketlerini devreye sokan iktidar, gübre indiriminde de yine üreticinin kendi sahip olduğu kuruluşu seçim için kullanıyor. ✓ Tarım Kredi’de gübre fiyatında yüzde 13, karma yemde yüzde 5 indirim açıklanırken, indirimli fiyatlar nisan sonuna kadar sabit tutulacak. Bu sürede gübre ve yem fiyatlarında düşüş olursa o da fiyatlara yansıtılacak. Üreticiye kısa süreliğine de olsa sağlanan bu desteğe karşılık, özel gübre ve yem üreticileri aynı oranda indirim yapmadıkça, sadece Tarım Kredi’nin indirimli satış yapmasının olumlu etkisi çok kısıtlı kalacak. Öncelikle üreticilerin kendi kuruluşu olan Tarım Kredi’de yeterli gübre ve yem yok. Satış ve dağıtım ağı yetersiz. Fiyatlarda indirilirken yeterli mal olmaması, indirimden yararlanacakların da sınırlı kalmasını beraberinde getirecek. Muhtemelen iktidar zincir marketlere yaptığı gibi özel gübre ve yem üreticilerine de baskı uygulayarak fiyatlarını 3 aylığına Tarım Kredi düzeyine düşürmelerini sağlayabilir. ✓ Gübrede yüzde 90, yemde yüzde 60 dışa bağımlı olan Türkiye tarımının üç aylık Tarım Kredi indirimi ve fiyat sabitlemesiyle ayağa kalkması güç. Gübre ve yemde seçime endeksli bu siyasi gösterinin yanı sıra, tarım ve hayvancılığa kaynak sağlaması gerekirken, yıllardır kaynakları, kredileri iktidara yakın medya patronlarına, müteahhitlere akıtarak asli görevini ve kuruluş amacını unutan Ziraat Bankası da seçim yaklaşınca çiftçiyi-üreticiyi hatırladı. CB Erdoğan talimatıyla yeni kredi paketleri ilan etti. Bugüne kadar çiftçiye fahiş kredi faizleri uygulayan, tarlasını, traktörünü haczeden Ziraat Bankası’nın yeni kredi paketleri de eski borcu yeni borçla kapatmaya, çiftçiyi borçlandırmaya yönelik. Konut kredisi kampanyasında 1 milyon TL kredinin faizini yüzde 0,69’dan başlatan, 5 milyon TL konut kredisine yüzde 0,99 faiz uygulayan iktidarın çiftçiye yönelik yeni borç kampanyasında 250 bin liralık kredinin faizi ise yıllık yüzde 9,75, aylık yüzde 0,81 ve yüzde 9 olan Merkez Bankası politika faizinin 0,75 puan üzerinde. İktidarın yıllarca üvey evlat muamelesi yaptığı, ithalatla terbiye etmek istediği üreticinin sorunlarına kalıcı çözüm yerine ‘her şey seçime kadar’ zihniyetiyle uyguladığı göstermelik indirim ve kredi kampanyalarını, herkes gibi 20 yıldır iktidarın mağdur ettiği çiftçi ve üretici de biliyor, görüyor! 10 9. Rusya organizasyonuyla kurulan Üçlü Suriye Masası’nda sürecin hızlandırılacağı, seçime kadar Esad-Erdoğan buluşması için her türlü girişimin yapılacağı anlaşılıyor. Gelişmelerin İran’ı rahatsız ettiği, Rusya-İran çekişmesinin Şam üzerinde baskıları beraberinde getirdiğine ilişkin belirtiler artıyor! Suriye ile normalleşme sürecinde Rusya Devlet Başkanı Putin’den kendisini Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile bir araya getirmesini isteyen Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın süreci hızlandıracağı anlaşılıyor. ABD’nin iktidarın Esad yönetimi ile ilişkiye geçmesini olumlu karşılamadığını, Şam yönetimine meşruiyet kazandıracak her adıma karşı olduğunu açıklaması, sürecin ABD tarafından engellenmek istendiğini gösteriyor. Moskova’daki Savunma Bakanları ve istihbarat başkanları görüşmesinin ardından müzakerelerin üçlü Dışişleri Bakanları buluşmasıyla sürdürüleceği açıklandı. Ocak ayının ikinci yarısında Türkiye-Suriye-Rusya Dışişleri Bakanları bir başka ülkenin ev sahipliğinde bir araya gelecek. Bunun öncesinde Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 18 Ocak’ta ABD’ye giderek ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ile görüşecek. CB Erdoğan, Dışişleri Bakanları görüşmesinden sonra ‘üçlü liderler zirvesinin’ gerçekleşebileceğini, Putin ve Esad’la bir araya gelebileceğini ifade etti. İktidarın açıklamalarından, CB Erdoğan’ın bir an evvel Esad’la görüşmeye hazır ve istekli olduğu anlaşılıyor. Moskova’daki görüşme sonrası Suriye medyasında; Türkiye’nin Suriye’den tümüyle çekilmeyi, ÖSO’ya desteği kesmeyi kabul ettiği, Lazkiye-Halep-Şam’ı birbirine bağlayan M4 ve M5 otoyollarının Suriye ordusuna devredileceği yer aldı. İktidar, bu haberleri yalanlamadı. M4-M5 otoyollarının Suriye ordusuna devri, Esad güçlerine İdlib’e operasyon yolunun açılması anlamına geliyor. MSB Hulusi Akar’ın, Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki tek amacının terörle mücadele olduğunu ısrarla vurgulaması, her iki ülkenin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyulduğunu yinelemesi de Moskova toplantısına ilişkin Suriye medyasındaki haberlerin teyidi niteliğinde. İktidarın Suriye ile normalleşmeyi hızlandırılmak istemesi, CB Erdoğan’ın Esad ile buluşmayı gündemine alması, 2011’den bu yana iktidarın desteklediği Suriye’deki muhalif grupların tepkisine yol açmış görünüyor. İdlib ve Halep’te Türkiye karşıtı mitingler yapılırken, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Ankara’da Suriyeli muhaliflerle bir araya gelmesi tepkileri dizginleme, Türkiye karşıtı hareketlenmeleri önleme, Şam’la masaya oturma konusunda iknaya yönelik. İdlib’i kontrol eden Heyet Tahrir Şam (HTŞ) lideri Muhammed el Colani’nin iktidarın normalleşme adımlarına karşı Türkiye’ye tehdit videosu yayınlaması, ‘uzun soluklu bir savaşa hazırız’ demesi, olası İdlib operasyonu durumunda Türkiye’ye yeni bir göç dalgasının olabileceğini gösteriyor! İran’ın normalleşme girişimlerinden rahatsızlığını gösteren belirtiler artarken, Şam üzerinde Rusya-İran baskısı ve çekişmesi yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2011’de Esad’ı 3 ayda devirip Şam’da Emevî camiinde Cuma namazı kılma hedefi, son gelişmeler ardından seçim öncesi Emevî camiinde Esad ile yan yana Cuma namazı kılma ve Katar’da Sisi benzeri tokalaşma pozu verme arzusuna dönüşüyor!11 10. Rusya-Ukrayna savaşında Ortodoksların Noel’i nedeniyle Rusya Devlet Başkanı Putin’in 6-7 Ocak’ta ilan ettiği ateşkes, Ukrayna tarafından reddedildi. ABD ve Almanya, Ukrayna’ya; patriotlar, zırhlı araçlar, saldırı füzeleri, tank imha sistemlerinin de içinde yer aldığı 3 milyar 750 milyon dolarlık, yeni bir askeri yardım paketini devreye koydu! 24 Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşı birinci yılına yaklaşırken, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ortodoksların Noel’i nedeniyle 6-7 Ocak’ta ilan ettiği ateşkes Ukrayna tarafından reddedildi. Tek taraflı ateşkese rağmen Ukrayna ordusu çatışmaları sürdürürken, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’in çağrısıyla ABD ve Almanya yeni bir askeri destek paketini devreye koyduklarını duyurdu. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada Ukrayna’ya ve NATO’nun doğu kanadındaki Ukrayna’ya komşu ülkelere 3 milyar 750 milyon dolar tutarında yeni askeri yardımla savaşın sahadaki konseptinin değiştirilmesinin, Ukrayna ordusunun saldırı ve tahrip gücünün artırılmasının hedeflendiği belirtildi. ✓ ABD’nin bu son destek paketinde ilk kez ‘tank katili’ olarak adlandırılan 50 adet Bradley zırhlı araç da yer alıyor. Yeni pakette Bradley zırhlı araçların yanında yine ilk kez Sea Sparrow hava saldırı ve savunma füzeleri, tanksavar füzeleri, uçak gemilerine saldırı sistemleri, topçu roket sistemleri, mayına dayanıklı araçlar vb. çok sayıda ABD ordusunun envanterinde yer alan son teknoloji askeri malzemeler ve teçhizatlar bulunuyor. ABD’nin yanı sıra Almanya Başbakanı Olaf Scholz da ABD’nin talebi üzerine Ukrayna’ya Patriot hava savunma sistemleri ve bir taburluk 40 adet Marder zırhlı muharebe aracı gönderileceğini, Ukrayna ordusuna verilecek 8 haftalık eğitimin ardından askeri malzemelerin mart ortasına kadar Ukrayna ordusuna teslim edileceğini açıkladı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna ile müzakere girişimlerine batılı ülkelerin izin vermediğini, Kiev yönetimini savaşı sürdürmeye teşvik ettiklerini öne sürerek, Ukrayna’ya sağlanan milyarlarca dolarlık silah ve askeri desteğin bunu gösterdiğini ifade etti. Putin, Ukrayna’nın Rusya’ya ilhak olan bölgelerin Rusya toprağı olduğunu kabul etmesi gerektiğini vurguladı. ✓ Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ise Kırım da dahil tüm toprakları geri alana kadar savaşı sürdüreceklerini, geri adım atmayacaklarını ilan etti. Gelinen aşamada savaşın daha da şiddetlenerek süreceği anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya ve Ukrayna liderleriyle yaptığı telefon görüşmesinde ateşkes ve müzakere önerisini yineledi. Ancak tarafların kendi tutumlarında ısrarlı olmaları nedeniyle kabul görmedi. ABD 2023 bütçesinden Ukrayna’ya ayrılan 45 milyar doların yanı sıra, Patriot hava savunma sistemleri gönderilmesi ve şimdi de 3,7 milyar dolarlık yeni silah paketi ile Almanya’nın silah desteği, batılı ülkelerin savaşın devamı yönündeki tutumlarını sürdüreceklerini, Ukrayna’yı müzakere masasından uzak tutacaklarını gösteriyor.